Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu hafta İslam İş Birliği Teşkilatı ve Arap Ligi olağanüstü toplantısı için Riyad’daydı. Geçen yıl Mayıs ayında Arap Birliği’ne geri kabul edilen Suriye’nin Devlet Başkanı Beşar Esad da o toplantıdaydı. Merak edilen, o zirve sırasında bir “Erdoğan-Esad” görüşmesi olup olmayacağıydı.
Aslında Moskova’dan son günlerde gelen mesajlar, böyle bir görüşme ihtimalinin çok düşük olduğunu görmek için yeterliydi. Şam rejiminin hâmisi konumundaki Rusya, görünürde Ankara-Şam diyaloğunu destekliyor, ama bunun için elini taşın altına koymuyor, Şam üzerinde hiçbir baskı kurmuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘‘Esad’dan umutlu’’ olabilir, ama bu kapının kilidini açacak olan Rusya ve o da hareket geçmiyor. Peki neden?
Bu sorunun muhtemel iki cevabı var. Birincisi, 2014’ten bu yana ABD ve Rusya arasında Suriye üzerinde varılan zımni mutabakat. Hatırlayın, Beşar Esad kimyasal silah kullandıktan sonra, iki ülke anlaşmış, ‘kırmızı çizgileri’
Aylar süren belirsizlik bitti ve Donald Trump seçildi. İkinci Trump dönemi iyi mi olacak kötü mü olacak, kestirmek zor. Gazze Savaşı’nı bitireceğini söyleyen Trump’ın bunu hangi yöntemle yapacağı da merak konusu, zira ilk dönemindeki politikaları iyimser bir tablo çizmeye engel.
Herkes biliyor ki Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden de, ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararnamesini imzalayan da Trump’tı. Bu sicile rağmen, ABD’de yaşayan Müslüman azınlığın bir bölümü Trump’a oy verdi. Müslüman seçmenler, belki de seçimin kaderini değiştirecek bir etki yapamadı ama Joe Biden’ın Gazze politikasının cezasını Demokratik Parti adayı Kamala Harris’e keserek, özellikle çekişmeli olan Michigan eyaletinden bir mesaj verdi.
Peki nasıl oldu da Müslümanların eli, Harris’e oranla İsrail’e daha çok destek verme ihtimali olan bir adaya gitti? Bunda Trump’ın ekonomi politikalarının, ‘Gazze’de savaşı bitirme sözü’
ABD’de başkanlık seçimi için son viraja girildi. 346 milyon nüfuslu ülkede seçmenlerin 65 milyondan fazlası oylarını kullandı bile. Bu kişiler, oylarını ya mektup yoluyla ya da yaşadıkları eyaletlerde kurulan sandıklarda kullandı. Oy vermek için son gün 5 Kasım.
ABD’de karmaşık bir seçim sistemi var. Yarışan iki adaydan birinin en çok oyu alması başkan seçilmeye yetmiyor. Bu sistemde asıl belirleyici olan, hangi eyalette en yüksek oyu aldığınız. Sonucu delege sayıları belirliyor. Her eyaletin de nüfusuna bağlı bir delege sayısı var. Örneğin, Kaliforniya’nın 52, Delaware’in 3 delegesi var. Adaylar Kaliforniya’yı kazanırsa hanesine 52 sayısını yazdırıyor, Delaware’i kazanan 3 yazdırıyor. Başkanlık için de 538 delegenin 270’ini almak gerekiyor. İki partinin de kendi “kaleleri” var, ama bir de çekişmeli geçecek eyaletler var. Bu seçimde onların sayısı 7: Michigan, Wisconsin, Pensilvanya, Georgia, Kuzey Carolina, Nevada ve Arizona. Seçim gecesi dünyanın gözü kulağı bu eyaletlerde olacak. Neden
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı “Öcalan” açıklaması tarihi bir çıkıştı. Bahçeli bu adımın izahını “bölgesel gelişmeler ve iç cepheyi kuvvetlendirme arayışı” olarak yapıyor. MHP Lideri, bu yeni hamleyi, Temmuz 2015’te hüsranla biten ‘çözüm sürecinden’ dikkatle ayırıyor. Bir müzakere öngörmüyor, “Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın” diyerek yeni çerçevenin sınırlarını da çiziyor.
Bu çıkış kimi çevrelerde umut yaratmışken, Ankara’da Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş’ye (TUSAŞ) yapılan saldırı denklemi sarstı. İki teröristin Suriye’den gelen PKK’lılar olduğu da kesinleşti. Suriye meselesi ‘çözüm sürecinde’ nasıl en büyük kırılımları yarattıysa, üzerinden dokuz yıl geçtikten sonra bugün de yeni hamlenin önünde bir mayın tarlası olarak belirdi. Bu noktada terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın geçmişte
Türkiye, dün bölgesel bir toplantıya ev sahipliği yaptı. “3+3 formatı” dediğimiz ve “Güney Kafkasya’da Kalıcı Barış ve İstikrarın Tesisine Yönelik Bölgesel İş Birliği Platformu’nda” yer alan ülkelerin dışişleri bakanları İstanbul’da buluştu. Kuruluş amacı Kafkaslar’daki sorunları çözmek olan bu yapıda, 3’lerden ilki Azerbaycan-Ermenistan-Gürcistan’ı; diğer 3 ise bölge ülkeleri olan Türkiye-Rusya ve İran’ı işaret ediyor.
Bölgedeki sorunların temelini oluşturan Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı, aslında uzun süredir hem ikili hem üçlü düzeylerde çözülmeye çalışılıyor. Bu format ise 2021 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in ortak fikriyle doğdu. Temel mantığı, bölgenin sorunlarını bölge içindeki aktörlerle çözme arayışıydı. İlk toplantı 2021 yılında Moskova’da, ikinci toplantı geçen yıl Ekim ayında Tahran’da yapılmıştı. Cuma günü İstanbul’da yapılan
Geçen haftaki yazımın başlığı “Yeni düzen arayışı”ydı. Ortadoğu’da yaşananlar sonrası, Birleşmiş Milletler (BM) düzeninde değişiklik ihtiyacının artık önünde durulamadığını ancak bunun da o kadar kolay olmadığını anlatmaya çalışmıştım.
Hal böyle olunca, bugün artık ülkelerin çok kutuplu, çok merkezli yeni küresel düzende kendi çıkış yollarını bulması gerekiyor. Bu sebeple bu yazıda ‘fırsatlara’ odaklanmak istedim. Türkiye’nin imkânlarını, geçen hafta sonu 20’nci ‘Yuvarlak masa toplantısını’ yapan Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’nin (EDAM) Direktörü Sinan Ülgen ile konuştum.
‘Hindistan değiliz’
Ülgen, sözlerine “BM’de artık üretilecek bir istikrarın kalmadığını” söyleyerek başladı. ABD’nin uluslararası sistemde gücünün zayıflamasıyla başta Çin olmak üzere Batı karşıtı aktörlerin güç kazandığını hatırlattı ve yeni düzeni üç kutupla tanımladı:
1- Liberal demokrasiler, 2- Rusya ve
Yazının sonunda söyleyeceğimi, başta söyleyerek başlayayım: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) reform yapmak bugün mümkün değil; 2. Dünya Savaşı’nı galiplerinin kurduğu Birleşmiş Milletler düzeni artık işlemese de, 5 daimî üyenin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) ellerindeki gücü paylaşmayı kabul etmesi neredeyse imkânsız.
Fakat, özellikle son bir yılda Ortadoğu’da yaşananlar BM düzeninde değişiklik talebinin artık önünde durulamaz hale geldiğini kanıtladı. İsrail’in son bir yıldaki hak-hukuk dinlemez tavrı, Filistin sınırlarını aşıp saldırılarını Lübnan’a, Suriye’ye ve hatta İran’a yayması, düzendeki yenilik taleplerini daha da kuvvetlendiriyor. BM Genel Sekreteri’ni “istenmeyen adam” ilan etmek ise amiyane tabirle, artık bu pervasızlığın üzerine tüy dikmektir. “Her şerde bir hayr vardır” denir ya… İsrail’in bu kadar fütursuz davranmasının belki de hayra alâmet tek tarafı, bu düzenin artık böyle devam edemeyeceğinin dünya âleme bir
Ege Denizi’nde son 10 gün içerisinde Yunanistan ile 3 büyük gerilim yaşandı. Önce 20 Eylül’de Muğla’nın Bodrum ilçesi Akyarlar mevkiinde, ardından da 23 Eylül’de Datça’nın koylarında Yunan sahil güvenlik botları Türk karasularını ihlal etti. Son gerilimse 25 Eylül’de yine Bodrum’da bu kez Turgutreis açıklarında vukû buldu.
“Barbaros” isimli balıkçı teknesinin etrafında yaşanan “itişmeye”, biz de tesadüfen şahit olduk. Bu yazıda izlenimlerimi ve telsiz konuşmaları üzerinden neler yaşandığını kısaca özetleyip, Ankara’nın Yunanistan’a “Atina Bildirgesi” hatırlatmasını ve bu bildirge üzerinden gönderdiği uyarının ayrıntılarını paylaşacağım.
10 dakika içinde eller tetikte
Barbaros teknesi 25 Eylül Çarşamba saat 16.30 sularında Bodrum Turgutreis açıklarında seyir halindeydi. Teknenin burnu Yunanistan tarafına dönüktü, ancak Bodrum kıyılarına oldukça yakın bir noktadaydı. (İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın verdiği bilgiye